Play all audios:
MAKSIM GORKI: ÇOCUKLUĞUM Zor hayat hikayeleri, hüznün kıyaslanabileceği birer mihenk taşı olurlar okuyucularına. Gorki gibi gerçeği okuyucunun burnunun ucuna kadar getirip, gerçeğin kokusunu
alma şansı tanıyan yazarlar, bu yaptıklarıyla karamsarlık saçmış olmazlar aslında. Tam aksine onlar, eserleriyle okuyucuya karşı konulamaz bir hafiflik hissi verirler. Onların satırlarında
acının ve sefaletin standardı öylesine yüksektir ki, dönüp payımıza düşene bakar, gülümser ve umudun tanımını baştan yapmaya girişiriz. İşte Gorki’nin otobiyografik roman üçlemesinin ilk
kitabı olan _ÇOCUKLUĞUM_, bize bu mihenk taşlarından birini sunarak kendi hayatımızı ona sürtme ve hüznümüzü ölçme fırsatını sunuyor. Maksim Gorki (1868–1936) Rus yazar. Beş yaşındayken
babasını kaybeder, ardından annesi yeniden evlenince doğum yeri olan Nijniy Novgorod’a, nenesi ve dedesinin yanına gönderilir, orada onlar tarafından büyütülür. Sadece birkaç ay okula gitme
şansı bulur ve sekiz yaşında hayata atılıp çalışmak zorunda kalır. Ömrü sefalet ve acılar içinde geçer; dedesi ve diğer akrabalarından türlü işkenceler görür, yedi yıl boyunca siyasi bir
sürgün olarak yaşar ve bir kez intihar girişiminde bulunur. Fakat tüm bu zorluklara rağmen onu yaşama tutunduran bir insan ve bir de tutkusu vardır hayatında. O insan nenesidir, tutkusu ise
yazmak. _ÇOCUKLUĞUM _adlı kitabına şöyle giriş yapıyor: > Babam dar ve yarı karanlık odada, yerde, pencerenin altında > yatıyor; üzerinde beyaz ve alışılmadık derecede uzun bir giysi
> var; ayakları çıplak, ayak parmakları tuhaf bir şekilde > birbirinden ayrık. Göğsünde alabildiğine dingin, huzur içinde > duran güzel ellerinin parmaklarında da bir çarpıklık var.
Neşe > dolu gözleri, üzerlerine kararmış iki bakır para konularak > kapatılmış. İyilik dolu güzel yüzü kararmış; bu kararmış > yüz, sırıtırmış gibi görünen dişleriyle beni
ürkütüyor. Gorki, babasını gördüğü son sahneyi tasvir ediyor bu paragrafta ve belki de sayfalar dolusu yazıyla ulaşılamayacak bir ifade zenginliğini sadece altmış beş kelimeyle elde ediyor.
Üstelik doğanın en gerçek ve vahşi olaylarından birini, ölümü, basmakalıplığın gizli tuzaklarına düşmeden zarif bir şekilde tanımlıyor bize. Böylesine acıklı bir sahneyi tasvir ederken
kötümser kelimelerin ağırlığını okuyucunun yüzüne çarpmak yerine, onları ayıklıyor ve sakince iyimser olanları sunuyor: > - Huzur içinde duran güzel ellerinin parmakları > - Neşe dolu
gözleri > - İyilik dolu güzel yüzü Ölümün, beş yaşında bir çocuğun gözündeki anlamsızlığına ve çocuğun tecrübe ettiği hissizliğe tanık oluyoruz anlattıklarında. Bu yüzden ölüm, herhangi
bir ağıt havasıyla sızmıyor, aksine, bir yabancılaşmayla taşıyor satırlarından: > Sırıtırmış gibi görünen dişleriyle beni ürkütüyor. Anne ve nenesinin ağlayışlarına da bir anlam veremiyor
Gorki, sadece onların ağlarken ki garip vücut hareketlerine, sıçrayışlarına ve hıçkırıklarına takılıyor gözleri. > Daha önce büyüklerin ağladığını hiç görmemiştim. Ninemin > kim bilir
kaçıncı kezdir tekrarladığı sözlerden de hiçbir > şey anlamıyorum. Çocuğun ölüm kavramını anlayamayarak ölenden uzaklaşması, büyükleri tarafından hoş karşılanmıyor. Birini kaybetmenin
acısını nasıl yaşaması gerektiği detaylıca öğretiliyor ona nenesi tarafından: > Babanla vedalaş yavrum… Onu bir daha göremeyeceksin… öldü > baban. Nasıl vakitsiz öldü hem de! Beş
yaşında böylesine bir travma yaşamak ve yıllar geçtikten sonra bile onu kolaylıkla hatırlamak doğaldır elbette. Fakat o anı en ince detayına kadar betimlemek, en kuvvetli hafızalar için bile
neredeyse imkansıza yakın bir vazifedir. Geçmişe dair hatırladığımız her hatıra, bir önceki anımsamamızın lekelerini taşır aslında ve sonraki anımsamamıza asıl olayda olmayan izler bırakır.
Bir zamanlar, babasının artık gittiğine, yok olduğuna, öldüğüne inandırmaya çalışan büyükleri, yıllar sonra bunun tam tersini yapıp ona her fırsatta babasını hatırlatmaya girişirler. Bir
gün kalabalık bir akşam yemeğinde babasının eski arkadaşlarından biri Gorki’ye eğilir, ona baba adıyla seslenerek şunları söyler: > Aleksey Maksimiç, biliyor musun, babacığın da aramızda
> olsaydı, o da ateş gibi yakardı ortalığı! Sevgi dolu, neşe > dolu bir adamdı senin baban. Onu anımsıyor musun? > > Hayır. Gorki, o dönemin Rusya’sında insanların mutlulukla
olan absürt ilişkisine de değiniyor. Onların mutsuzluğu tersyüz edip — günümüzde haz aracılığıyla mutluluğun elde edilmeye çalışılması gibi — onu bir takıntı haline getirdiklerinden ve
mutsuzluk aracılığıyla kendilerine türlü türlü eğlenceler icat ettiklerinden bahsediyor. Bir pazar günü, dayıları, nenesi ve dedesi arasında çıkan büyük bir tartışmada bağrışmalar,
hakaretler ve göz yaşları birbirine karışır ancak dakikalar sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi herkes olağan haline geri döner. Gorki hissettiği yabancılık hissini yineliyor: > Çok
sonraları anladım ki yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan > Rus halkı, kendilerini acılarıyla eğlendirmeyi, onlarla > çocuklar gibi oynamayı pek seviyor ve mutsuz olmaktan nadiren >
utanıyordu. > > Bitip tükenmek bilmeyen tekdüze çalışma günleri bir bayrama, > yangınlar da eğlenceye dönüşebiliyordu; anlamsız, bomboş bir > yüzde bir sıyrığın süs olması gibi…
Gorki, Rus realist edebi türünün öncüsüydü ama yalın otobiyografik yazılar yazmadı, bunun yerine otobiyografik romanlar yazdı. Yazdıklarının bir belgesel gibi gerçeği göstermesini değil,
gerçeği hissettirmesini istiyordu sadece. Çok sevdiği nenesi ve acımasız dedesinin evine gönderildikten sonraki hayatını ve yaşadıklarını sanatsal olarak kaleme alma ihtiyacını şöyle dile
getiriyor: > Yoğun, renkli, anlatılamayacak kadar garip bir hayat > başlamıştı ve korkunç bir hızla akıp gidiyordu. Bana, iyi > yürekli, ama katı, acımasız gerçekliği yumuşatmaya
> kalkışmayan yetenekli bir sanatçının anlattığı bir masalı > anımsatıyor. Bu “akıldan nasibini almamış aile”nin > karanlık yaşamı öylesine çileli, öylesine acımasızlıklarla >
doluydu ki, geçmişi gözümde canlandırırken bazen ben bile bu > yaşananlara inanmakta zorlanıyor, gerçeği görmezden gelme, > hatta yadsıma ihtiyacı duyuyorum. > > Ama gerçek,
acıma duygusundan üstündür. Kaldı ki, ben burada > kendimi değil, sıradan Rus insanının o gün bugündür > yaşamakta olduğu boğucu, kahredici, ürpertici çevreden > edindiğim
izlenimleri anlatıyorum. O, dönemin şartları sebebiyle hayatın bu denli vahşi bir şekilde kucaklayıp sıktığı milyonlarca kişiden birisiydi sadece. Ancak yazma tutkusu, onun sıradan dramını
diğerlerinden ayıracak ve onu özel kılacaktı. _ÇOCUKLUĞUM_, _EKMEĞIMI KAZANIRKEN_ ve _BENIM ÜNIVERSITELERIM,_ Gorki’nin hayatını üç kısma ayırıp anlattığı otobiyografik roman serisidir. Bu
üçleme, Rus dilinde yazılmış en yetkin — aynı zamanda en az bilinen — eserlerden. Başta insana iç karartıcı bir anı defteri izlenimi verebilirler ama kapakları açıldığında dillerinin
zarafeti ve samimi anlatımlarıyla hayata başka bir açıdan bakma fırsatı sunuyorlar. LISTEYE KATIL. MÜZIK. SPONSOR_ _|_ _PODCAST| SLACK | FACEBOOK | TWITTER | INSTAGRAM | KODCULAR